Archive for the 'haber' Category



auto show 2008

lamborghini

lamborghini

Atatürkü özlüyorum …

Atatürk

Atatürk

Biz Megreller ve Lazlar ..

Etnik bir terim olarak Laz kelimesi, ilk olarak Pliny’nin Naturalis Historia adlı ese-rinde geçmekte olup, Prokopius’un da belirttiği gibi birden fazla Kolhis kabilesi tarafından zamanla benimsenmiş bir isim olmalıdır.
Evliya Çelebi (17. yüzyıl) hatta onu kaynak alan modern Türk tarihçilerinin bile Lazları bir Doğu Kafkas kavmi olan Lezgiler’le karıştırması, bazı tarihçilerin Lazların Türk olduklarını ispatlamaya çalışması (Goloğlu 1973 s.109) ya da Rumların halk etimolojisinde, bir dönem Türklerin dilini kestiği yöre halkının, Helazi yerine Lazi demesi gibi siyaset kokan önermeler gerçeklikten uzaktır.
V. Minorsky, Çan kelimesinin Yunanca Sannoi/Tzannoi kelimeleriyle aynı şeyi ifade etiğini (ISLM Laz), Prokopius ise Tzani veya Kolhian olarak bilinen halkın artık Lazi olarak adlandırıldığından bahsetmiştir (Prokopius, Peri ton Polemon I, XXIII, 12-15). W.E.D Allen ve N. Marr ise başka bir Kolhis kabilesi olan Svan’ların, Gürcüce Çaneti olan Laz Bölgesi’ne Lazan adını ver-diklerini, bu adın La (bölgesel ön takı) + Zan (Laz’ların eski adı) etimolojisine sahip olduğunu belirtmektedir (Allen, 1929: 153), (Marr, 1910b: 66)
Pek çok ilkel dilde kabile adının “adam” kelimesi, ya da “yiğitlik, cesaret” çağrıştıran bir kelimeyle özdeş olduğu göze alındığında Megrelce Wan-i (Xan-i) “güç, kuvvet” MNG 667 [kraft, stärke], La + (Megrelce) zana (zana) “üst; çok yüksek, zirve [oberer]” MNG 117 birlikteliğinden “dağlılar ya da soylular” gibi bir anlamda çıkartılabilirse de bu önermelerin gerçekliği tartışılabilir. Zugdidi civarında alçak ve düz ovalarda yaşayan Megreller de aynı dili konuşan ve tüm Kolhis’e hükmeden akrabalarını dağlılar olarak kendilerinden ayırmış olabilirler. Zehiroğlu, Lazi adının ilk ortaya çıktığı Phasis nehrinin kuzeyinde, özellikle iç kesimlerde ‘Laşketi, Latali, Lenojedi, Lenketi, Lçkhumi’ gibi yer adlarına dikkat çekmiştir AMC 61.
Tüm Kolhis halklarına hükmeden bu kabilenin adı zamanla “güçlülerin/soyluların toprağı; dağda yaşayanlar” anlamına gelen Lazani kelimesinden gelmiş olabilir.
Minorsky, herhangi somut bir kanıt sun-madan “Rumca konuşan Karadenizli’ler” olarak tanımladığı Karadeniz’li Rumların Laz orijinli olduğunu, MS 7. yüzyıldan sonra Bizans yönetimi altında Rumlaşıp, günümüzde ise Türkleştiği kanaatindedir.

Bir millet okuyor …

Harf Devrimi, Atatürk

Harf Devrimi, Atatürk

Megreller ve Megrelya sorunu

15. yüzyıldan 1866 yılındaki Rus İmparatorluğunun işgaline kadar Megrelya’yı, Dadiani hanedanları yönetti. Dadiani hanedanları Megrel olmalarına karşın Megrel köylüsünü ve genelde aileleri, sığır ve bazen de daha kötü muamelelere tâbi tutmuş, köylüleri satın almak, satmak, kiraya vermek, hediye gibi sunmak, çeyiz olarak vermek, çiftlik hayvanları ve kuşlarla takas etmek, kızgın şamdanlarla gözlerini çıkarmak, vücutlarına yoğurt sürerek kızgın güneş altında tutmak, organlarını kesmek ve buna benzer diğer zalimane davranışlara maruz bırakmışlardır.

1866 yılındaki Rus işgali, akabinde gelen Sovyet Devrimi ile kendini “Kartvelleştirme-Gürcüleştirme” politikasına bırakmıştır. Aslında Sovyet Devriminin ilk yılları gayet güzel geçmişti. Hatta belki de gün yüzü görmeyen Megrel köylüleri, hayatlarında ilk defa insan gibi değer görüyorlardı. Bu altın çağın getirdiklerini ve getireceği kazançları anlatmak için İsaki Javunia ve Mamanti Kvirtia, Kazakişi Gazeti (Köylünün Gazetesi) isimli bir Megrelce gazete çıkartırlar. Böylece hiç bilmeyen yada çok az Gürcüce bilen Megrel köylüsü komünist sistemin getirdiği fayda ve kazançlardan kendi anadilleri ile haberdar olacaktı. Bu ise şovenist Kartvellerin/Gürcülerin iddia ettiği gibi Megrellerin Gürcü olmadığını kanıtlayacak, tokat gibi bir cevap olacaktı. Çünkü iddia edildiği gibi Megreller Gürcü olsaydı, Parti Yerel Komitesi böyle bir gazeteyi yayımlamayı gerekli görmeyecekti! 1 Mart 1930 tarihinde Gürcistan Komünist Partisinin resmi yayın organı olarak 5 günde bir yayınlanmak üzere Kazakişi Gazeti (Köylünün Gazetesi) yayın hayatına başlar. 10 Mart 1932 tarihinden itibaren ise günlük olarak yayımlanmaya başlandı. Gazetenin tirajı ise 1933 yılında 17.000 olmuştur. İsaki Javunia 3 tane Megrelce kitap çıkartır. 1920 yıllarında ise tüm Gürcistan’ı bu iki Megrel aydının öne sürdüğü ”Megrelya’ya özerklik statüsü” tartışmaları sarmıştır. Ne var ki istenilen sonuç alınamaz. 1926 yılında yapılan nüfus sayımında 242.990 kişi Megrel olarak kayıtlara geçmiştir.

Ne var ki bir Gürcü olan Stalin’in Sovyet lideri olması, daha da acısı başdanışmanı Lavrenti Beria’nın da bir Megrel olmasına karşın, Megrel ve Lazları sindirme ve asimile etme politikası hortlatıldı. Gazete, 1 Ocak 1936 tarihine kadar günlük ve Megrelce olarak yayınlandı. O tarihten sonra adı “Komunari” olarak değiştirildi, Megrelce ve Gürcüce olarak yayınlanmaya başladı. 22 Temmuz 1938 tarihinde ise adı “Mebrjoli” (Gürcüce savaşçı, cengâver) olarak değiştirildi ve tamamen Gürcüce olarak yayınlanmaya başladı. İsaki Javunia ”ilkel kültürleri, yüksek bir kültürün akıntısını çektiği gerekçesi” ile şehit edildi. Bu olaydan sonra 1988’li yıllara kadar Megrellere yönelik herhangi bir çalışma yapılmadı. (1975’te Givi Elieva’nın oluşturmaya çalıştığı ancak günümüzde dahi süren Gürcüce-Megrelce sözlük çalışmaları… v.s. hariç). Ta ki 1989- 1990 yıllarında bazı Megrel aydınlarının verdiği demeçlere kadar. İlki Megrel beyefendi Vano Dgebua’nın; çalışkan bir öğrenciyken, Kartvelist yöneticilerce soyadının Dgebuadze’ye çevrilmesini teşhir etmesidir. Çünkü bir Megrel asla zeki olamazdı. Çok gariptir ki pek çalışkan olmayan kardeşinin soyadı Dgebua kalabilmişti! Tabi bir de unutmamak gerekir: Nugzar Dzhodzua Abhazya’da yaşayan Megrellerden biridir. 1989 yılında Abhaz televizyonuna çıkarak 1930’lardan beri Gürcistan’da “resmî” bir görüş olan Megrellerin Gürcü olarak gösterilmelerini artık kabul edemeyeceğini açıkladı. Kişisel görüşlerini açıklamasının “ödülü” dövülmek, işinden kovulmak, evinin sürekli olarak silahlı kişiler tarafından “ziyaret” edilerek görüşlerinden vazgeçirilmeye zorlanması ve annesinin de yerel Gürcü basınına çıkartılarak oğlunu suçlaması için tehdit edilmesi oldu. Bu durum karşısında diyebiliriz ki: ”Gürcüler özellikle Stalin’den beri Megrelleri kendilerinden saymaya eğilimli olduklarından ötürü hiçbir hak vermediler. Öyle ki Megrelya’da da artan ve gereğinden fazla olan Megrel nüfusu Abhazya’ya doğru pasif bir göçe doğru sürüklediler.”
Okumaya devam edin ‘Megreller ve Megrelya sorunu’

Megrel’ler : İşte “mavi kanlı” Hıristiyan Lazlar

İşte ‘mavi kanlı’ Hıristiyan Lazlar
CENK BAŞLAMIŞ
14.02.2006 I 17:05

Karadenizli sanatçı Fuat Saka’nın da ‘Lazların ataları’ olarak tanımladığı Megrellere konuk oluyoruz. ‘Biz mavi, yani asil kanlı insanlarız’ diyen Megreller, Karadenizlilere benzerliklerini anlattı

Karadeniz kıyılarında yüzyıllardır ilginç bir halk yaşıyor… Genellikle sarı saçlı, mavi gözlüler, çengel burunlular, romantik ve şakacılar. Farklı görüşler de olsa, bu halka yani Megrellere kısaca ‘Hıristiyan Lazlar’ deniyor…
Wato Tsomaia, kızı Rodami ve oğlu Lasha ile Tiflis’te yaşıyor. Evlerine konuk oluyoruz… Megrel Tamuna Toloraia da sohbete katılıyor. Konu Megreller, yani Ortodoks Hıristiyan Lazlar. Tarih boyunca Megrelya olarak anılan bölgede yaşamışlar. Günümüzde sayıları birkaç yüz bin dolayında.
“Acaba Hıristiyan Lazlar ile Müslüman Lazların ortak özellikleri var mı?” diye merak ediyoruz.. Tamuna, hüzünlü bir Megrel melodisi mırıldanırken duruyor, “Bir Türk Laz şarkısı duyduğumda çoğunu anlıyorum” diyor. Bu çok şaşırtıcı değil, çünkü Hıristiyan ve Müslüman Lazlar aynı dilin farklı lehçelerini konuşuyor. Bayan Tsomaia, “Türkiye’de yaşayanların da kökeni Megrelya” diyor. Rodami, “Abartmasını severiz. Bir yakınımızı kaybettiğimizde yedi gün yas tutarız” diyor.

Hamsili mısır ekmeği
Aile diğer Megreller gibi yemeğe çok meraklı: Anne koşup mısır unu getiriyor, “Hamsili ekmeğe bayılırız” diyor. Tamuna, “Megreller farklıdır. Mavi renkli kan, yani asil kan taşıdığımıza inanırız” derken, ev sahipleri Türk konuklarını yeterince ağırlayamadıklarını düşünmüş olmalılar ki, bir reçel kavanozuna koydukları ‘acıka’yı, yani cevizli acılı sosu ‘yolluk’ olarak veriyor. Okumaya devam edin ‘Megrel’ler : İşte “mavi kanlı” Hıristiyan Lazlar’

Megreller

Megreller (Megrelce: მარგალეფე / Margalepe; Gürcüce: მეგრელები / Megrelebi; Svanca: mәzan; Abhazca: Agәrwa), Gürcistan’daki etnik ve etnografik topluklardan biridir. Çoğunluğu, ülkenin tarihsel bölgelerinden biri olan Megrelya’da yaşar. Önemli bir Megrel nüfusu da başkent Tiflis’te ve Abhazya’da meskûndur. 1990’ların başında, Gürcü-Abhaz savaşı sırasında, ayrılıkçı yönetim tarafından Abhazya’dan göç ettirilen halkın yaklaşık 180.000-200.000 kadarı Megrel’di.

Okumaya devam edin ‘Megreller’

Megreller ve Lazlar, Kuzeyde saklı kalanlar

Megreller ve Lazlar, Kuzeyde saklı kalanlar

Karadeniz Bölgesi’nin en kuzey  ucunda yaşayan Megreller’in kökleri  Gürcistan’a  uzanıyor. Megrel aydınlarını daha çok araştırmaya iten en önemli neden geçmişin sürekli kapatılmaya çalışılması. Bugün Megrel köklerini inkâr eden halkın yazgısı çok eskilere, hiç bitmeyen sürgünlere dayanıyor. Lazlar’ın en eski tarihleri konusunda rivayet muhtelif, kafalar karışık.

I. Bir Doğu Karadeniz Masalı Anlatma Çabası İçin Giriş
Doğu Karadeniz’e doğru ilk defa yola çıkanlar, önlerinde nasıl da bilinmez bir dünya açılacağından habersizdirler. Sadece dilin, iklimin, yaban doğanın, farklı insan yüzlerinin, onların şiir yüklü kıvrak zekâlarının sırrına ermeye çalışmak bile, ayrılan zamanın kat kat fazlasını ister. “Bize anlatılanlar, karikatür gibi sunulanlar ne kadar uzağında bu dağların” diye düşünür Karadeniz’i, onun sırrına ermeye çalışarak gezmiş olan gezginler. “Belki bize yedi renk olduğunu söyleyenlere de güvenmemeliyiz” diye düşünürler sonunda, sadece gözleriyle görenler de yalnızca insanlar olmalı…
Haritanın bu ucunda, bir noktada sabitlenerek dönüp durmaktan söz edilemez. Kıvrıla döne çıkacaksınız dağ başlarına, bir noktadan bile daha küçük, daha görünmez olduğunuzda dağların havasını solumaya hazır bulacaksınız kendinizi. Dağbaşında yalnızlığın mümkün olmadığını, canlıların soluğuyla rüzgârın hafızasının, çıngıraklarla kesilmiş odunların, yosunla yabanmersini köklerinin nasıl uyum içinde günler, geceler boyu söyleşip durduğunu kavrayacaksınız.

II. Adres: Fırtına Deresi’nden Başını Kaldırıp, Çay Tarlalarından Dağlara Bakmak
Fırtına Deresi’yle denize tepeden bakan, İstanbul’dakilere pek de benzemeyen zarif martıların uçuşuyla çerçevelenmiş bir tepede konaklıyoruz. Boğaz’da duymaya alıştığımız martı çığlıkları burada yerini kuşların alçak sesle mırıldandığı sakin bir ezgiye, suların yükselip alçalarak şaşırtan ve dansa davet eder gibi canayakın ritmine bırakıyor.
Karadeniz yolculuğunda dağların eşliği huzur veriyor, denizse pek nefes almıyormuş gibi. Derenin sesi uzağımızda tutuyor denizi ama yaklaştığımızda bile varlığı silik, iddiasız. Yeni yapılan yolun etkisi de olabilir bunda. Ne de olsa yaban deniz hayatı müdahaleye uğramış, heybetli kayalar asfalta sıvanmış. Fırtına Deresi’nin suyu yaz sonlarında çok da coşkulu akmıyor ama dağlardan boşanan bu dev derenin halkı hiç beklenmedik anlarda şaşırttığı çok olurmuş. Sakin akarken birden coşarmış, anlamazmışsınız bile. Su birden delirir, köprünün üzerinden aşarmış. Kaç kaynaktan, kaç dağın kaç tepesinden beslendiği düşünülürse, buna pek şaşırmamak gerek. Karadeniz halkı da bu dere gibiymiş, hiç beklenmedik anlarda birden parlayıp sinirlenirlermiş. Dünyada yalnızca Kanada ve Ardeşen Fırtına Vadisi’nde yaşayan kırmızı benekli alabalıktan söz ediyorlar bize, akşam tereyağında kızarmış bu balıklardan yiyeceğiz. Fırtına Vadisi’nde yaşayan dere alası altı ay Norveç’te, altı ay Ardeşen’de ikamet edermiş. Yumurtasını burada bırakıp öyle gidermiş, yavruları da burada yetişirmiş.
Sırtımızı denize dönüp yüzümüzü dağlara veriyoruz ve bulutlarla gölgelenen bereketli çay tarlalarının üzerinden bırakıyoruz zihnimizi, uçsun. Tarlalarda geniş siperlikli hasır şapkalarıyla Çinliler’i andıran köylüler çalışıyor. Çurçi denen şakacı minik kuşlar uçuyor çevrede, bunlar en kolay evcilleşen kuşlardanmış, daha önce görmediğimiz pek çok farklı kuşa tanık olacağız gezimiz boyunca.
Dev bir makasla kesiliyor çaylar, o makasın bir ucuna bağlanmış, eski pazar çantalarını andıran kalın naylon torbalarda birikiyor çay yaprakları. İkinci sürüm yapılıyordu o günlerde, tarlaların arasında eksperler dolaşıyordu. Bir dönümlük çay tarlası üç sürüm sonunda iki buçuk ton ürün verirmiş, bu da yaklaşık iki milyar demekmiş. Mahsul genelde bir sene bol, bir sene kıt olurmuş. Doğa kendine göre bir ekonomik düzen kurmaları yönünde uyarırmış çiftçileri böylece. Bu sene de çay iyiymiş ama fındık beklentileri karşılamamış.

III. “Hey gidi Sohum!”
Evin bahçesinde mısırlar kurutuluyor, her öğün mısır ekmeği var masada. Her şey çok lezzetli, bizim alışık olmadığımız boyut ve görünümdeki salatalıkların tazesi de, turşusu da benzersiz. Laz yemekleri konusunda Emine ablanın üzerine yok, ilk gün tattığımız Laz böreğinin tadı hâlâ damağımızda. Ona ilk fırsatta eski yöresel yemekleri sorduğumuzda bize çocukluk günlerinin unutulmaz tatlarından söz ediyor. Karadeniz’de yetişen siyah kabağı andıran sebzeleri biz hiç görmedik, karpuza benzermiş, bizim balkabaklarına bir de… Orijinal adı Lazurifeli’ymiş yani Laz kabağı. Kabuğu soyulup karpuz dilimi gibi ince ince kesilen kabaklar haşlanırmış. Üzerine süt, un ya da nişasta dökülerek sütlaç kıvamında yenirmiş. Emine abla 49 yaşında, doğma büyüme Doğu Karadenizli, Megrelmiş kökleri ama bunun üzerine pek konuşulmazmış. Ardeşen’e 7 km. uzaklıktaki köyünün Lazca adı Ağva’ymış, sonradan Seslikaya denmiş. “Köy hayatı çok güzel geçiyordu. Anlatıldığı gibi değil, köydeydik ama şehirde gibi yaşıyorduk. Dokuz kardeşiz, üçüncüsü benim. Köyde bizim çayımız vardı, bir iki tane eve yetecek kadar inek vardı. 17 yaşında evlendim. Eşim 14 yaşındayken kaçırdı beni. Birkaç defa istemişlerdi, olmayınca kaçırdılar. Gelmişler bahçeye, hiç beklemediğim bir anda beni tuttular, anne diye bağırdım, o yetişip kurtardı beni. Onlara da, ‘Siz elinizi sürdükten sonra ben kızımı başka kimseye vermem. Kızım artık sizindir ama büyümesini bekleyin’ dedi.” 17’sinde eşi Ali İslamoğlu’yla severek evlenmiş Emine abla, askerdeyken ona şiirler yazmış. Evlerinde hep Lazca konuşulurmuş ama o neden Lazca konuşduklarını beş, on sene evvel sormaya başlamış, “Eskiden bu konular üzerine hiç konuşulmazdı” diyor, “Farkında değildim dedemin babaannemin nelerden söz ettiğinin. Dedem hep Sohum’u anlatırdı, durup durup efkârlanır, ‘Hey gidi Sohum!’ derdi. Gençliği orada geçmiş rahmetlinin. Çalışmaya gidiyordu oraya, burada doğup büyüdü. Evde devamlı Lazca konuşuyorduk, okula başladık, orada Lazca konuşmak yasaktı. Arkadaş arasında kesinlikle konuşamazdınız. Türkçe’de hiç sorun yaşamadık sonradan, çünkü evde ikisi birden konuşulurdu. Kız çocuklarını köyde okutmazlardı, o yüzden ilkokuldan ötesini okuyamadım. Okulda Türkçe aksanımız düzgün olsun diye uğraştık, başka bir sorun yaşamadık. Çocuklarımın da aksanı düzgün olsun, zorluk yaşamasınlar diye küçük yaşlarından itibaren onlara Lazca öğretmemeye çalıştık. Küçük oğlum Lazca’ya çok meraklı, yaşlılara sorup öğrenmeye başladı.”
Ali İslamoğlu da eşi Emine Hanım gibi Megrel. Dedelerinin köyü olan Doğanay’da doğmuş, o bölgenin en dik ve hırçın doğasına sahipmiş köyleri. “Biz çocukluğumuzda gerçekten zor şartlar altında büyüdük” diyor Ali Bey: “Dışarıdan gelenler hayret ederdi, bunlar nasıl yaşıyor diye sorar, bu çocuklar nasıl yuvarlanmıyor bu uçurumlara diye düşünüp korkarlardı. Bizse oralar düzmüş gibi rahat oynardık. İnanın hayvanların gezemeyeceği yerlerdi. Dedelerimizin oraya yerleşmelerinin nedenini tam olarak bilmiyoruz. Tahmin ediyorum verimli olmasıydı. Ziprona Yaylası’nın altı… Günün 12 saati güneş alan verimli bir köy, az toprağı olmasına rağmen verimli.”
Ziyaretimiz sırasında Ziprona Yaylası’na da konuk olduk bir gece. Yaylaya giden yolu yaptıran, elektrik ve suyu oraya taşıyan Ali Bey olmuş. Türkiye’nin en kalabalık sülalalelerindenmiş Ali Bey’in sülalesi. 17 tane soyadı varmış aynı evden dağılan. Babadan kalan inşaat işlerine ilerleyen yıllarda turizm ve enerji sektörlerini de ekleyen Ali Bey yatırımlarını Karadeniz’in ötesine de taşımış. Laz tarihini daha yeni yeni öğrenmeye başladıklarını anlatıyor: “Bize kendi Laz tarihimiz öğretilmedi, bunu çok haksız da bulmuyorum. Bir TC kimliğini yaşatmak için bilinçli olarak yapılan şeylerdir. Laz veya Megrel diye ayırmıyorum. 1989’da sınır kapısı açıldıktan sonra biraz daha bu konularda konuşmaya başladık ve biz de biraz daha bilgi sahibi olduk. Önceden hiçbir şey bilmiyorduk, Lazız o kadar hatta Lazca konuşmak bile yasaktı. Sarp sınırından karşıya baktırmazlardı, fotoğraf bile çekemezdik. Laz profesörleriyle konuşmaya başladık, sorduk merak ettik. Ben şunu anladım, Laz veya Megrel diye bir şey yok, ikisi de aynıdır. Öğrendiğimiz kadarıyla Laz kültürü büyük bir kültür ve çok eski, Lazız yani. Sınırın öte tarafına geçince insan o kokuyu alıyor, tanıdık bir koku. Bir bölgede yaşayan bir kuşu alıp başka bir yere götürürseniz zorla, o yaşayamaz ölür. Kendi bölgesini bulur sonunda.” Okumaya devam edin ‘Megreller ve Lazlar, Kuzeyde saklı kalanlar’

Gazi denetleme yapıyor

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk

üstada saygılarımla …

les paul

les paul


Nisan 2024
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

arşiv

Blog Stats

  • 28.710 hits

En Fazla Tıklananlar

  • Hiçbiri

Enter your email address to subscribe to this blog and receive notifications of new posts by email.

Diğer 1 aboneye katılın